30 Temmuz 2008 Çarşamba

Olimpiyatlar ve Dünyanın En İyi Atleti





Olimpiyatlara kısa bir süre kalmış durumda ancak ben hala ulaştırma stajındayım. Biter bitmez uçarçasına İzmir'e geçeceğime hiç şüphem yok zaten. Bütün yaz boyunca arazide olduğum için, kene önlemleri yüzünden sürekli pantolon giymekten yaza bir türlü adapte olamayan bünyenin artık televizyon karşısında koltuğa kıvrılmasının vakti çoktan geçti. İstanbul'da yurtta kaldığım için bir türlü istediğim kanalları izleme fırsatı bulamadığımdan, şu anda televizyon karşısında keyif yapmayı deniz, mayo, kum üçlüsüne tercih etmem çoğu kimse tarafından garip karşılacağına da eminim.

8 Ağustos'ta başlayacak olan Pekin Olimpiyatlarında izlenecek onca müsabaka arasında seçim yapmanın zorluğundan öte beni tedirgin eden kısım yayıncı kuruluş TRT'nin nasıl bir politika izleyeceğidir. Eskiden çok güzel spor yayınları yapılırken ne olduysa bunları bir anda kesmesinin yanında yayınlayacağı turnuvaların çok küçük kısmını göstermesi beni tedirgin eden noktalardan sadece biri. En güzel örnek Grand Slam turnuvalarını kendi kafasına estiği saatlerde yayınlamasıdır kanımca. Konudan uzaklaşmadan Olimpiyatlara geri dönelim. Atletizm müsabakalarında takip edeceğim onlarca oyuncu var. Mesela Çinli Liu Xiang'ın 110 metre engellideki üstünlüğü devam edecek mi? Tartışmasız en rahat altına ulaşacak isim ise sırıkla yüksek atlamanın efsanesi Yelena Isınbayeva'dan başkası olamaz kanımca. Atletizmde en çok ratingi toplayan mücadele olan 100 metre de ise Mayıs sonunda rekoru uçuk bir noktaya getiren Usain Bolt ve aynı ülkeden Asafa Powell bu dalın öncülerinden sadece ikisi. 10000 metre erkeklerde çok sevdiğim bir atlet olan Haile Gebrselassie'nin yaşı yüzünden şansı ne kadar yüksek olur bilinmez ama hem 5000 hem de 10000 metrede yarışacak olan bir diğer ünlü isim Kenenisa Bekele'nin performansıda ayrı bir merak konusu. 5000 ve 10000 'de yarışacak olan Tirunesh Dibaba ve 5000 metrede Meseret Defar'ın performansı da merakla beklediklerim arasında. Yüzmede ise geçen olimpiyatlarda 8 madalya kazanan Michael Phepls'in, rekorunu geliştirmesi muhtemel gözükse bile bu işin çok kolay olmadığı aşikar. Basketbola geldiğimizde yine klasik bir Amerikan takımı gözüküyor. Yine çeşitli Amerikan siteleriyle "Biz geliyoruz","Bu sporu biz yarattık" gibi ifadelerle pohpohlanmaya devam edilsede hala takım ruhu dediğimiz kavramın oluştuğu gözlenememiştir. Altını alır mı? Neden olmasın.

Kısaca bir kaç branştan bahsettikten sonra gelelim dünyanın en iyi atleti dediğimiz kişiye. Atletizmde kullanılan bu sıfat dekatlon branşında 1. olan şahısa verilir ve bu branşın tartışmasız en iyisi Çek Roman Šebrle'dir. Dekathlon adından da anlaşıldığı üzere atletlerin 10 dalda mücadele ettikleri bir müsabakadır. Bu 10 dal, 100-400-1500 metre koşu,110 metre engelli koşusu, gülle atma, yüksek ve uzun atlama, disk atma, sırıkla yüksek atlama ve ciritten olışmaktadır. 9000 barajını geçen tek atlet olan Roman Šebrle 2007 yılında şanssız bir kaza geçirmiştir. Güney Afrikalı bayan atletin attığı sırık 55 metre ötedeki Roman Šebrle'nin omzuna saplanır(o sıralar internette çok izlenen videolardan biri olmasını sağlamıştır) ancak büyük bir şans eseri sadece 11 dikişle kurtulmuştur. Yetkililerin söylediğine göre 1 cm daha yana saplanmış olsa kariyerini bitirebilecek olan bu kaza eğer 20 cm olsaymış onu ölüme kadar götürebilirmiş.

29 Temmuz 2008 Salı

Prag Baharı




Prag Baharı denilen olayı önceden bir kaç defa duymuştum ancak ne oldu/ne yaşandı tam olarak bilmiyordum. Bu yazımda size Prag Baharı nedir sorusunun cevaplarını vermeye çalışacağım. Kısaca özet geçmek gerekirse o zamanki adıyla Çekoslovakya'nın liberalize olmak için yaptığı faaliyetlerin Sovyetler tarafından bastırılması diyebiliriz. 1968 'in hemen başında başa gelen Alexander Dubcek, ülkede önemli değişiklikler yapmaya başlar. Bunların arasında ekonomisi kötü bir halde olan devletin tüketim mallarına önem verilmeye başlandı, basın özgürleştirildi ve demokratikleşme adına çok partili dönemin önünü açmaya çalıştı. Ancak bu durum başta Sovyetler olmak üzere Varşova Paktını imzalayan ülkeler arasında huzursuzluğa neden oldu. Anlaşma sağlanamaması üzerine kızıl ordunun öncülük ettiği Varşova Paktındaki ülkeler ordularını Çek topraklarını sürdüler. Bu noktada Prag Baharının simgelerinden biri olan felsefe öğrencisi Jan Palach kendini Wenceslas Meydanın'da yakmış, kaldırıldığı hastahanede 4 gün sonra ölmüştür ve bu büyük bir direnişin fitilini ateşlemiştir. Yüzbinlerce kişi direnmeye çabaladı ancak 72 kişi kızıl ordunun tankları ve silahları yüzünden can vermiştir. Milan Kundera'nın "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" bu dönemde geçmektedir.

Çek Edebiyatı No 2: Milan Kundera




Kitapla haşır neşir olan herkesin, okumasa bile mutlaka adını duyduğu bir yazar olan Milan Kundera Çek Cumhuriyeti doğumludur. Müzisyen olan babasının izinde önce müzikolojiyle uğraşan ardından sinemaya da el atmış bir yazardır kendileri. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Komünist Parti'ye katılan Kundera. Bu partiden 2 defa kovulur. İlk kitabı "Şaka"'yı kovulmasının ardından yazar. Son kovulmasının sebebi sonraki yazımda anlatacağım Prag Baharı yüzündendir. Bu olayın üzerine sürgüne giden Kundera, Fransa'ya sığınır ve yanlış hatırlamıyorsam 1980 lerin başında Fransa vatandaşı olur.

Fransa'da yazmış olduğu "Gülüşün ve Unutuşun Kitabı" adlı eseri Çek Cumhuriyeti'nde büyük yankı bulur ve vatandaşlık hakkı geri verilir. Eserlerini Çekçe yazar ve Fransızca çevirisini de kendisi yapar. Aslında en çok bilinen eseri günümüzde adından türlü türlü şeyler üretilerek suyunun çıkarıldığı " Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" dir.Okuduğum diğer eserleri ise "Yavaşlık" ve "Kimlik"'tir. Duyduğum kadarıyla "Ölümsüzlük" eseri de dikkat çeken yapıtlarından biridir. Bir önceki yazımda tanıtmaya çalıştığım Franz Kafka'yı romancılığın Einstein'ı olarak görür.

Varoloşçuluk akımının sonuncusu gözüyle bakılan Kundera, insan ilişkilerini çok iyi incelemesi ve bunu okuyucuya çok güzel yansıtması önemli olan özelliklerinden biridir ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim benim gibi bazılarının da gözünde Kundera, kadınları tanıyan veya bu yolda en çok ilerleme kaydeden kişidir. Kesinlikle okunması ve okutturulması gereken biridir.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Çek Edebiyatı No 1: Franz Kafka



Çek Edebiyatına baktığımızda karşımıza tanıdık bir kaç isim çıkıyor. Bana göre ilk bahsedilmesi gereken kişi Franz Kafka'dır(1883-1924). Eserlerinin çok büyük bir bölümü Almanca olması ve bazı kaynaklarda Avusturya edebiyatı içinde geçsede şöyle ilginç bir değerlendirme vardır Kafka hakkında,"German-speaking-secular-Jewish-born-in-Prague-Austro-Hungarian-Austro-Czech writer", hayatının büyük bir bölümünü Bohemya'da geçirmesi ise bu yazıyı yazmamda önemli bir etken. Başka bir ifade de "Çekler Kafka'yı Alman olarak görür ,Almanlar ise Yahudi olarak görür." Irkçı bir yaklaşım olmasına rağmen bir bakıma bazı gerçekleri de içinde barındırır. Kafka Bohemya'nın başkenti Prag'ta Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğudur. 6 kardeşin en büyüğüdür kendileri. Bu kardeşlerinin çoğunu 2. Dünya Savaşı'ndaki gaz odalarında kaybetmiştir. Almanca ve Çekçe'si çok iyidir ancak eserlerini Almanca yazmıştır. Öldükten sonra en yakın dostu olan Max Brod'a yayınlanmamış yazılarını yok etmesini ister. Max Brod tam tersine bunları yayınlama yoluna gitmiştir. Kafka'nın mezarı şu anda Prag'da bulunmaktadır ve mutlaka mezarını ziyaret etmeye çalışacağım.

Kafka'nın eserlerinde dikkati ilk çeken şey, insanoğlunun yalnızlığı, güvensizliği ve en önemlisi korkularıdır. Bunu Dönüşüm(bazı yerlerde Değişim olarak geçer orijinal ismi The Metamorphosis-Die Verwandlung) kitabında çok rahatça görebiliriz. Toplumda farklı bir insanın yalnızlığını anlatan bu kitapta Gregor Samsa bir sabah kalktığında kendisini bir böceğe(çoğu çevirisinde bu böcek büyük bir hamamböceği olarak tasvir edilmiştir) dönüşmüş olarak bulur. Kafka'nın bu eserinin yanlış hatırlamıyorsam Taksim'deki Pandora'da çizgiromanını bulmuştum.

Okuduğum bir başka kitabı Dava'da ise bürokrasinin yavaş,karmakarışık ve saçma işleyişini öyle güzel anlatırki. Josef K. 'nın bir sabah kendisinin hiç bir zaman öğrenemeyeceği nedenlerle tutuklanması ve bu süreçte yaşadıklarını sanki çok basit bir olaymış gibi anlatır Kafka.Şimdi bu kitabı tekrar hatırladığımda aslında hala çek bürokrasisinin yavaş işlediğini görmekteyiz. Arkadaşıma İsveç'ten 1 haftada vize çıkarken, ben 2 ay beklemek zorundayım.

Kafka'nın öldükten sonra yayınlanan bir başka kitabı Milena'ya Mektuplar ise diğer eserlerinden çok farklıdır çünkü bu kitaplarda Kafka'nın hiç bir zaman evlilikle sonuçlanmayan ilişkilerinden biri olan Milena'ya yazdığı mektuplardan oluşur. Tüm eserleri Almanca olmasına rağmen bu mektuplar Çekçe yazılmıştır. Milena'yı 2-3 senede sadece 2-3 kez kez görmesine rağmen dostluktan,aşka dönüşen mektuplardır bunlar ve Milena'nın o sırada evli olduğu unutulmamalı. Kafka, Milena'dan gelen mektupları yok etmesine rağmen, Milena bunları saklamıştır ve Nazi kampında öldükten sonra ortaya çıkmıştır bu kitaplar.

"Bak milena, 'en çok seni seviyorum' diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki, 'sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla' dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki."...

25 Temmuz 2008 Cuma






Son Resimdeki Yuki'dir

Lennon Wall

Yurtta kaldığım sıralarda aynı bölümden bir arkadaşım, elime küçük bir kitapçık verdi. Çek Cumhuriyetine ait bir gezi rehberiydi bu. Kardeşinin bu tarz tur kitaplarını pazarladığını söyleyip,"Hadi yine iyisin" demeden de duramadı. Sayfaları çevirdikçe sabırsızlığımın ve heyecanım arttığı dakikalarda karşıma ilginç bir yazı çıktı. "Lennon Wall". "Yok artık" dedim .Mala Strana'da bulunan bu duvar adından da anlaşılacağı gibi John Lennon' a adanmıştır. Üzerinde en başta portresi bulunan bu duvar zaman geçtikçe,grafitilerle ve Beatles'ın şarkı sözleri ile dolmuştur. Prag'a gittiğimde kesinlikle ilk gideceğim yerlerin başında bulunmaktadır. Zamanında bu duvar komünizm etkisindeki o zamanların Çekoslavakya'sında özellikle öğrencilerin kapışmasına sebep olmuştur. Orijinal resim günümüzde alt tabakalarda kaldığından kaybolmuştur. Bir ara tekrar boyanmasına rağmen boyandıktan sonraki gün yine grafiti ve yazılarla yeniden süslenmiştir. Oraya gidip resim çektirdiğimde kesinlikle ilk aklıma gelecek olan kişi, büyük bir Beatles fanı olan ve beni Beatles'a daha bir alıştıran değerli arkadaşım Mustafa Büçkün olacaktır.

Vize!!!

An itibariyle vizeye başvurmam üzerinden tam 1 ay geçmiş bulunmaktadır, ancak konsolosluktan ses seda yoktur. Ulaştırma stajı için başka bir şehirde olduğum için, sürekli nasıl gitmeli,nereden yer ayırtmalı gibi çeşit çeşit sorular aklıma gelmedi değil. Ancak ne bana ne de benimle birlikte başvurmuş arkadaşıma haber gelmedi henüz.Tabiki sitesinde de belirttiği gibi bu süre 2 aya kadar da sürebilirmiş. Çek Cumhuriyetinin baş konsolosluğu Maçka Abdi İpekçi Caddesinin üstünde bulunmaktadır ve bulamama gibi bir sorun yaşamazsınız. Aslında vize için bizden istenenler diğer ülkelerin isteklerinden çok çok az ve basit. Sıralarsak eğer
  • İki okula ait mühürlü,imzalı kabul belgeleri
  • pasaport ve fotokopisi
  • 3 adet fotoğraf.
  • Tabiiki birde orada dolduracağınız başvuru belgesi
Siz siz olun mutlaka gitmeden önce telefon açıp randevu alın çünkü sabah erken saatlerde gitmemize rağmen en az 10-15 kişi sıradaydı,ancak randevu aldığımız için ilk sıradan işlemlere başlayabildik.


Dakika 1,gol 1. Belgeleri vermiş dışarda beklememi söyledikten 2 dakika sonra adım anons ediliyor ve bana fotoğraflarımın uygun olmadığı söyleniyor. Beşiktaş'taki fotoğrafçının azizliğine uğradım. Kısa süreli panik havasından kurtulduktan sonra Maçka'da güzel bir günde koşuya çıktım ve bulduğum en yakın fotoğrafçıya gidip,çek vizesi için fotolarımı çektirdim. Saat 11 'de vize başvurularını bitiren bu konsolosluğa 45 dakika kala yetiştim ve bu işi de hallettikten sonra derin bir nefes alarak artık İzmir'e gitmek için önümde hiç bir engel kalmadığını anlamış oldum.