27 Kasım 2008 Perşembe

Dersler


Erasmus Programı'na başvururken kafalarda oluşan ilk korkulardan biri okulun uzayıp uzamayacağı sorunsalıdır sanırım. Mutlaka bunu göze alıp gitmeniz gerekir ancak elde edeceğiniz tecrübeler için bence kesinlikle değer. Başka ülkelere giden çoğu arkadaşım ders bulamamaktan şikayetçi iken (şikayetçi olmayanlar da var tabiki) Czech Technical University'de işler tam tersi takır takır işliyor. Yazının sonunda Civil Engineering, Electrical Engineering, Mechanical Engineering ve Architecture bölümlerinin ders programlarını bulabilirsiniz.

Civil Engineering
Electrical Engineering
Mechanical Engineering
Architecture

Diğer Bölümler

Faculty of Nuclear Sciences and Physics
Transportation Sciences

24 Kasım 2008 Pazartesi

Öğretmenler Günü


Msn üzerinden webcam ile yaptığımız görüşmelerde ne kadar çaktırmamaya, belli etmemeye çalışsam/çalışsak da özledim sizi. Aslında geçen gün dediğin gibi anne, geçen 2 yılla pek farkı yok bu yılın. 2 yıldır ben İstanbul'da, siz İzmir'deydiniz. Kardeşim için ise hiç bir fark yok aslında, abi zaten uzaktaydı, e bu yılda uzakta.

Bugünlere gelmemde büyük emeği olan öğretmenlerimi teker teker düşünüp onları andıktan sonra benim için 1. sırada bulunan 20 yılı aşkın süredir öğretmenlik mesleğini hakkıyla yapan annemin ve babamın ellerinden öper, öğretmenler gününü kutlarım.

20 Kasım 2008 Perşembe

Kanepe


Biraz konu dışına çıkıp, bedava reklam yapayım. Sanırım toplam 5 kişiden oluşan bir ekiple yeni bir bloga başladık. Çizgiromanlar üzerine. Eğer birazcıkta olsa ilgileniyorsanız yada hiç okumadım deseniz bile bir şeyler öğrenmek istiyorsanız buyrun oturun kanepeye, yayılın, gevşeyin, keyfini çıkarın.

Link: Kane-pee

18 Kasım 2008 Salı

Auschwitz

"Eger Auschwitz varsa Tanrı var olamaz" bu sözler Auschwitz kampında kalan ve kurtulmayı başaran italyan kimyager ve yazar Primo Levi'ye ait. Bir esirin ağzından dökülen bu cümle durumun ne kadar vahim olduğunu o kadar iyi özetliyorki. Yaklaşık 1.5 milyon insanın hayatını kaybettiği topraklarda yürümek, kafanızda onların neler yaşadıklarını canlandırmaya çalışmak o kadar zorki. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, hiç bir zaman gerçeğe tam anlamıyla ulaşamıyorsunuz.

Yaklaşık 80000 kişinin öldüğü, giriş kapısında "Arbeit Macht Frei" yazan Auschwitz kamplarının ilkine (Auschwitz 1) adımımızı atıyoruz. Yanılmıyorsam tüm kampların girişinde bu yazı mevcut. Almanca'dan çeviri yapmak gerekirse "Çalışmak özgürleştirir". Yazının durumla tersliği nedense ters yazılan B harfiyle de göze çarpıyor. Buraya yazılabilecek en uygun söz aslında Dante'nin İlahi Komedya'sında Cehennem'in kapısında yazan sözdür. "Buraya kim girerse umudu geride bıraksın".




Barakaların arasında çiseleyen yağmur altında yürümeye çalışıyoruz, bazı barakalar ziyaretçiler için özel sergi yerleri haline getirilmiş durumda. Tek tek en ince detayına girmek istemiyorum aslında çünkü böyle bir vahşeti nasıl anlatabilirsinizki, konuştuğunuz dilin kelimeleri durumu anlatmaya yetersiz kalıyorsa. Nazilerin çektiği fotoğraflar, acımasızlığı gözler önüne seriyor. Barakaları, işkence yerlerini ve kurşuna dizildikleri ölüm duvarlarını geride bırakıp, daha karanlık bir kampa yol alıyoruz.


Auschwitz 2 yada Birkenau adıyla bilinen bu kamp 1 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği bir yer. Dümdüz bir arazi üzerinde sayısız barakalar, gaz odaları, krematoryumlar ve daha niceleri. İnsanın içine işleyen rüzgar ve bunun getirdiği dondurucu soğuk. Daha Kasım ayındayız ancak şikayet etmeye hakkımız yok. Üzerimizdeki kalın giysilerle, bu duruma nasıl tepki gösterebilirizki? Mahkumların trenle getirildiği, korku verici bir büyüklüğe sahip bir kamp burası. Trenden bahsetmişken yazmayı unuttuğum bir konudan bahsetmek istiyorum. Gittiğimiz ilk kampta bu trenlerle ilgili sayısal bilgiler vardı. Her tren yaklaşık 1000 kadar esiri getiriyor kampa. En başta herkes sağ sağlim buraya ulaşırken, zaman geçtikçe sayı yarıya iniyor ve en dayanılmaz olan bu sayı 0'ı, 1'i bulabilmekte. Aklınızda canlandırmanız o kadar zorki, 1000 kişiyle yola çıkıyorsunuz, tek bir vagonda uygunsuz şartlarda kendinize ne olacağını düşünmeye çalışıyorsunuz. En temel ihtiyaçlarınız gideremiyorsunuz. Salgın hastalıklar vagondaki canlı sayısını azaltırken, akıl sağlınızı korumaya çalışıyorsunuz. En sonunda cansız bedenler arasında tek başınasınız, ayakta kalmanızı ne sağlayabilirki. Umut.... Trene bindiğiniz anda umudunuz zaten dibe vurmuştu.




Kampa getirilen insanlar önce toplu halde duşa sokulmakta. Bazen buz gibi bazende kaynar suyla. Ardından 12 saati aşabilen bir sürede, şanslılarsa içeride değillerse dışarda çıplak vaziyette bekliyorlar bir sonraki adımı. Saçlar kör jiletlerle traşlanmaya başlıyor. Ardından yeni isimleri olacak numaralar esirlerin kollarına dövme oluyor. Dışarda gruplara ayrılıyor esirler, çalışabilecek durumdakiler ve olmayanlar şeklinde. İkinci grubun çoğunluğunu hastalar,sakatlar, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar (özellikle hamile olanlar) oluşturuyor. Onların gideceği yer çoktan belli...Barakalarda kendi aralarında ayrılmış durumda, karantina altındakiler, ölüm cezasına çarptırılanlar şeklinde liste uzayıp gidiyor. Gaz odalarının yıkıntılarının bulunduğu yerdeki resimler o kadar acı verici. Çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu gruplar ölüm için sıra bekliyorlar çünkü gaz odaları bazen o kadar kalabalık oluyorki, ölümü dondurucu soğukta beklemek zorunda kalıyorsunuz. Ölümü beklemek... Buz gibi havada, olayın ciddiyetini kavrayamayan çocuklarınızla ölümü bekliyorsunuz. Korkunuzu gösteremezsiniz, onların gözünde bir kahraman olarak kalmaya devam etmelisiniz. Dünyanın en masum canlılarına öyle bir şey yapmak niye?






Nazi doktorların güya bilim uğruna özellikle hamile, sakatlar, çocuklar üzerinde yaptıkları deneylerin gerçekleştiği laboratuarlardan geriye sadece yıkıntılar kalmış durumda. Aynı şekilde gaz odaları ve krematoryumlarda aynı şekilde sadece temelleri gözükmekte. Bunun tek bir nedeni var. Savaşın sonunda geriye çekilmeye başlayan Naziler, delilleri yok etmek için tek tek herşeyi yıkmaya başlamışlar.


6-7 saatin sonunda Auschwitz kamplarını görmüş durumdayız. Acı verici ancak gerekli bir deneyim oldu bu bizler için. İzlediğiniz filmler, okuduğunuz makaleler, kitaplar burada olanlar anlatmaya yetmez. Buraya gelmek sizi gerçeğe biraz yaklaştırır. İnsanlık tarihinin en büyük lekesi olarak kalacaktır.


Not:
Auschwitz 2 deki yürüyüşümüzü bitirirken tren rayları üzerinden çıkışa doğru ilerlerken önümüzdeki iki genç dikkatimizi çekti. Rayların üzerinde bu yere yakışmayacak pozisyonlarda poz vererek, şen şakrak kahkalar atan bu iki tanımadığım genç, Türk Erasmus öğrencileri çıktı. Belki bazılarınıza göre yaptıklarında yanlış bir şey yok. Ancak bana göre nerede olduklarının bilincinde olmalı insan...

Auschwitz:
http://picasaweb.google.com/hunterofphoenix/Auschwitz#

17 Kasım 2008 Pazartesi

Kraków




Arkadaşlar ile konuşup organize ettiğimiz gezimizde Polonya'nın Kraków kentini ziyaret ettik. 9 saat süren yolculuğun bu kadar uzun olmasının sebebi, trenin kalitesini bir kenara koyarsak, bazı istasyonlarda haddinden fazla beklememizdi. Cumartesi saat 6'da vardığımız krakow'da eşyaları hostel'a bıraktıktan sonra krakowun sokaklarını arşınlamaya başladık. Bu kadar güzel bir şehrin bu kadar sessiz sakin olması bize en başta garip gelsede bizim gibi turistler için bu iyi bir durumdu. Binalar ile ilgili fazla detaya girmek istemiyorum, o yüzden kısa geçeceğim. Ortaçağ Avrupa'sının en büyük şehir meydanı burada bulunmakta. Bakire Meryem Kilisesi ve ufak kiliselerle ile başlayan gezinti, meydanın tam ortasında bulunan büyük çarşıyla devam ettikten sonra Wawel Kalesi'nde devam etti. Ardından yahudi mahallesini de turladıktan sonra hostel'a döndük.


Çevrede çok fazla kebab lokantası var ancak hiçbirinin Türk kökenli olduğunu sanmıyorum zaten tadanlar bilir içine koyulan malzemeler tam bir komedidir. Liseyi İzmir'de okuyanlarınız belki hatırlar, Maltepe Askeri Lisesi her yıl liseler arası Scrabble turnuvası düzenlerdi, aradan 3.5 yıl geçmesine rağmen tozlanan Scrabble oynama yeteneğimle hosteldaki arkadaşları hüsrana uğratmam keyifli geçen günün mutlu sonla bitmesini sağladı. Ancak ertesi gün ilk günün tam tersi idi...

Krakow:
http://picasaweb.google.com/hunterofphoenix/KrakW#


14 Kasım 2008 Cuma

Resimler

Çektiğim resimlerin bir bölümünü bu adresten paylaşıyorum, iyi seyirler

http://picasaweb.google.com/hunterofphoenix

13 Kasım 2008 Perşembe

Güney Moravya Gezisi

Yine sıkı çalışan bir öğrenci kulübü ürünü olan 3 gün 2 gece süren bu gezide aklımda sadece şaraplar (çok kötü bir anı olarak hayatım boyunca hatırlayacağım) ve mandalinalı çikolata kalması (çok iğrenç bir anı olarak hayatım boyunca aklımdan çıkmayacak) bu yazıda fazla detaya giremememin temel nedenidir.


Cuma sabahın erken saatlerinde otobüsle başladığımız yolculuğumuzda ilk durağımız Znojmo denilen ufacık bir şehirdi. Eski Şehir Merkezini ve ona ait saat kulesini gezdikten sonra 14. yy dan kalma St. Nicholas Kilisesi'nin çevresinde bir tur atıp, manzarının ve tabiki tipik Çek yağmurunun tadına baktık. Ardından şehrin yeraltı tünellerine sıra geldi, şehrin düşmanlarına karşı oluşturduğu yer altı ağında, turun % 85'i yürüyerek tünelleri incelerken benim gibi zürafalar kambur gibi durarak yerdeki girintileri ve tümsekleri inceledik.



Akşam olduğunda son durağımız Mikulov adlı başka bir ufak şehirdeki bir şarap mahzeniydi. Güney Moravia Çek Cumhuriyeti'nin şarapçılıkta önde gelen yerlerinden biri. Hayatta bir defada 2-3 kadehten fazla içmeyen bünye, bir anda karşısına dikilen şişeleri görünce "It's Erasmus" mottosunun kulaklarında çınlamasına engel olamadı. Çek Cumhuriyeti'nin sayısız türdeki şaraplarını tek tek müşterilerine tattıran ve bu esnada birde bunların hikayelerini anlatan bu müessesede keyifli saatler yaşadığımı düşünüyorum. İlk başta hintli arkadaşın kırmızı şarabımın hepsini üzerime dökmesiyle başladı eğlence aslında. "Ne yapcam ben" diye düşünürken garson hanımkızımızın leke geçsin diye beyaz şarap dökmek istemesi ikinci şoktu ancak sonuç mükemmeldi, kirden lekeden eser kalmadı. Ardından tek tek şaraplar doldurulmaya başladı garson kızlar tarafından, bir yerden sonra reddetmeye çalışsam da, "i don't speak english" cümlesini bahane olarak kullanan garson kızların oyununa geldim. Yavaş yavaş bazı arkadaşların tozutmaya başladığı akşamın ilerleyen saatlerinde, bir anda yerde kanlar içinde yatan biri gözüme çarptı. Evet ben de çakırkeyiftim anlayacağınız. Aşırı sarhoş İspanyol arkadaşın elindeki en az 4 derin kesiğe pansuman yaptıktan sonra çocuk hatıra fotoğrafı istedi, kıramadık tabi. Aklı başında sayılı insanın, başında olmayanları toplayarak hostela geri döndük.



Sabah kalktığımda hayatımda ilk defa akşamdan kalma olduğumu fark ettim ve bu konuda aslında en iyi durumdaki bendim. İspanyolun pansumanını tekrar bizzat ben yaptıktan sonra Mikulov da ufak bir gezinti yaptık ancak yolculuğa herkesin çok yorgun olmasından ötürü çok geç başladık. Bu yazıyı yazarken ne yaptığımızı hatırlamaya çalışıyorum ancak cidden o kadar bulanıkki herşey cumartesi ile ilgili, kusura bakma okur. Ardından Lednice ve Valtice bölgeleri arasında kalan yerdeki şatonun çevresinde gezip, onun devasa arazisinde uzun bir tur attık. Ancak burada kafama takılan tek şey 2 tane büyük islamik yapı ancak ne kadar öğrenmeye çalışsamda kimsenin bunların niye yapıldığından haberi yok. Minare diyoruz. Akşam ise bir meksika lokantasına gittik. Çok net söylüyorum, buraya geldiğimden beri ilk defa damak tadım ile aynı kaliteyi yakalayan yemekleri mideye indirdikten sonra geceyi geçirmek için başka bir hostela hareket ettik.




Pazar günü otobüsle Břeclav'a gidip, Punkev mağarasında uzun bir yürüyüşten sonra birde mağaranın içinde tekne turu yaptık. Ardından Brno'ya doğru hareket ettik. 2-3 saat kadar gruplar halinde Brno'yu gezdikten sonra Prag'a saat 9 sıralarında dönmüş olduk.






Mandalinalı çikolata olayını ne olduğunu merak eden sevgili okur, kusura bakmayın ama cidden yazılacak bir şey değil. Yüzyüze anlatılması gerekir.

Not: Yakında picasa da albümde toplayacağım resimleri

Başvuru Zamanı





Başvurular başladı ve doğal olarak olası soruların sayısı da arttı. Başvuru formlarının nasıl doldurulacağı konusunda bir yazıdır bu sevgili okur. Aday Öğrenci Bilgi Formu ve Erasmus Dil Sınavı Giriş Belgesi örnekleri huzurlarınızdadır. Bir kaç noktayı da burda belirteyim. Fakülte kodunuzu 3. resimden öğrenebilirsiniz. Özel Bakım İhtiyacı size verilecek hibeyle alakası yoktur. Ortalama konusunda ise ilerde hesaba katılacak ortalama, bu belgeye yazacağınız değil. Bu dönemin dersleri de eklenecek o yüzden dersleri boşlamayın. Umarım bir şeyi unutmamışımdır. Haydi hayırlısı

NOT: AB Ofisinin sayfasını artık daha fazla ziyaret edin

10 Kasım 2008 Pazartesi

Prag'ta Yaşam Vol.1

3 günlük aranın ardından kısa bir soru cevap tarzında hazırlanmış yazıyla sizlerleyim. Mail yoluyla bana ulaşan bazı soruları burada da kısa kısa yanıtlamak istedim. Sorularınızı bana mail yoluyla göndermeden önce arşivdeki eski yazıları gözden geçirmenizi tavsiye ederim. Öncelikle çoğu kişinin sorduğu bir soruyla cevapla yazıya başlayalım.

Prag pahalı bir yer mi?
Doğal olarak Erasmus programına katılmak isteyen kişilerin başlıca endişesi parasal durum. Kısaca özetlemek gerekirse temel ihtiyaçların fiyatları Türkiye'dekilerle aynı. Hatta bazı ürünleri daha ucuza bulabilirsiniz. O yüzden bu konuda içinizi ferah tutun. Olabilecek tek sıkıntı Çek Kronunu YTL'ye ve Euro'ya çevirmek.

Prag'ın gece hayatı nasıl?
Aslında parti adamı değilim, dolayısıyla hergün bardan bara, disko'dan disko'ya gitmiyorum. Ancak arkadaşlarımla vakit geçirmek için dışarı çıktığımızda cüzdanı boşaltıp gelmiyoruz. Pek tecrübeli olmasamda kişisel fikrim, burada gece hayatına harcayacağınız para Türkiye'de harcayacağınızdan daha az olduğu yönünde. En basiti bira. Dünya'da kişi başına bira tüketiminde Çek Cumhuriyeti 1. sırada. Pilsen'lerin anavatanı da burası olunca bira fiyatları barlarda yaklaşık 1.5-2 ytl den başlıyor. Bu yüzden kola içerseniz daha fazla para ödersiniz.

Çek Cumhuriyeti'nde İngilizce Konuşma Seviyesi Nasıl?
İngilizce konuşma seviyesinin orta seviyede olacağını zannediyordum ancak Türkiye'de ingilizce bilen oranı daha fazla.

Çekler Nasıl İnsanlar?
Tek tek ülkeleri ve milletleri oturduğum yerden eleştirmek istemiyorum ancak genede bazı fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çek Cumhuriyeti Komünizim ve Kapitalizm arasında sıkışan insanlarla dolu durumda, bunu insanların giyiminden, hayatı yaşayış şekillerinden ve konuşmalarından anlayabiliyorsanız. Genç kuşak bu durumdan fazla etkilenmese de özellikle orta yaş üstü vatandaşlarında bu durum daha bariz gözlenmekte.
Maalesef Çek'ler pek yardımsever insanlar değiller. Bildiğiniz gibi Türkiye'de ingilizce bilmeseniz bile bir yabancıya gereken konukseverliği ve yardımı mutlaka gösteririz.



Not: Dersler hakkında yazımı 1-2 gün içinde yayınlayacağım, uykuya ihtiyacım var.



6 Kasım 2008 Perşembe

Pete Sampras vs Radek Štěpánek

Metro'da hatları değiştirirken gözüme büyük bir ilan takıldı. Efsane Prag'a geliyordu, bir daha görmekse neredeyse imkansıza yakın. Tenis maçlarını yakından takip edenler Radek Štěpánek ismini mutlaka duymuştur diye düşünüyorum. Tenisi magazinel yönden takip edenler için ek bilgi; kokainman Martina Hingis'in ex-aşkıdır kendileri. Aslında küçüklüğümden beri Agassi hayranıydım ve sağolsun izlediğim maçlarının %80'ini Sampras kazanırdı. Ancak Federer yüzünden fare surat Nadal'a karşı az da olsa beslediğim nefreti (!) hiç bir zaman Sampras'a karşı duymadım. Adam sakin sakin tenisini oynadı ve 14 tane Grand Slam şampiyonluğuna ulaştı.

Bilet bulunur diye 2-3 gün sallandıktan sonra gördükki en iyi yerler kapılmış. Biraz hayalkırıklığına uğrasakta 3 tane bileti 1 Aralık'ta oynanacak müsabaka için güvenli bir yere kaldırdık.

Pete Sampras vs Roger Federer



Son bir not: Açın şu youtube'u artık...




2 Kasım 2008 Pazar

Erasmus Dil Sınavı


21 Aralık 2008 tarihinde Erasmus Dil Sınavı'na gireceksiniz. Sanırım hem sınav hakkında hem de kendiniz hakkında tereddütleriniz var. Sınavın nasıl bir sınav olduğunu bilmiyorsunuz ve nasıl bir çalışma taktiği uygulamanız konusunda kafanızda soru işaretleri var. Hadi bunları çözmeye çalışalım.





  • Öncelikle herkesin merak ettiği konu. Sınav örnekleri kesin olmamakla beraber star copy yada türevlerinde bulunmuyor. :)
  • Sınav geçen sene 50 sorudan oluştu ve bu soruların yarısından çoğu okuduğunu anlama üzerineydi. Uzun yazılar ve her biri hakkında 4'er 5'er soru. Geri kalan sorular ezber grammer sorularından öte günlük hayattaki bazı ingilizce ifadelerin kullanımı üzerineydi. Yani oturup tenseleri ezberlemeyin bu saatten sonra.
  • Sınava nasıl çalışır? O kadar dersiniz var ve ingilizceye doğal olarak ayıracak pek zamanınız mı yok? Bol bol ingilizce kitap okuyun, penguin level 5-6'yı kast etmiyorum, romanlara başlayın, eğer tavsiye istiyorsanız bir kaç tane verebilirim mail yoluyla. Çoğumuz yabancı dizeleri takip ediyor, en başta ingilizce altyazı kullanarak izlemeye çalışın. Peki bu iki yolun size nasıl bir yardımı olacak? Kitaplardan ve dizilerden öğrendiğiniz kalıplar sınav da çıkıyor ve sınav anında bir anda aklınıza gelen o kalıpın kullanış şekliyle sıradaki soruya gönül rahatlığıyla geçebilirsiniz. Bu durumu çok yaşadım, o yüzden etkili yol bana göre budur.
  • Geçen sene yaşanan sorun hakkında da bir kaç söz söylemek istiyorum. Sadece B blokta yapılan bu sınavda herkes birbirinin dibinde sınava girdi bu da daha sınav başlamadan kopya düzeni alınmasını sağladı. Bu kopya yoluyla şu an yurt dışında olan bulunan ÜNİVERSİTELİ kişiler var ve hatta biri yüzünden en yakın arkadaşlarımdan biri istediği yere gidemedi. Ancak emin olun ingilizcesi yetersiz olan insanların %100 olmasa bile bir kısmı şu an yurtdışında yalnız kalıyor, kendilerini ifade edemedikleri için. O yüzden seçimlerinize dikkat edin. En basit olarak geleceğiniz söz konusu. Bu durum hakkında AB Ofisi de rahatsız çünkü onlara bildirilen sınıf kontenjanlarıyla gerçek tutmuyordu ve böyle bir aksaklık yaşandı. Bu yüzden bu sene yapılacak sınavın A blokta daha sağlıklı bir ortamda olacağı bilgisini aldım.
  • Son olarak kendinize güvenin ve rahat olun, sınav süresi size fazlasıyla yetecektir. Başarılar