17 Mart 2009 Salı

Interrail Günlükleri - Brussels - Brugge - Lille - Paris - Nancy - Luxembourg - Köln

Sona geliyoruz yavaş yavaş...

Brussels:

*"Hava daha ne kadar soğuk olabilir?" sorusu ilk aklıma gelen şeydi, Brüksel'e vardığımda.

* Brüksel'de önceden garip bir şekilde bulunmuştum. 1989 yılında annem ve karnında ben Nato görevi yüzünden (yanılıyor olabilirim nedeni açısından) bulunmuştuk Brüksel'de. İnanılmaz bir şey mi, tabii ki değil, size ne kazandırdı bu bilgi, hiçbir şey ancak hayattaki ilginç güzel detaylar bunlar. Anneme "Brüksel'de nerelere gideyim mutlaka?" diye sorduğumda, trene binip Brugge'e gitmemi söylemişti. Brugge konusunda çok haklıydı (anneler hep haklıdır, neyi tartışıyorsun?) ancak Brüksel'de de görülecek bir sürü yer vardı.

* Belçika'daki bölünme sorunu çok ciddi seviyede diyebiliriz. İki dil var, Flamanca ve Fransızca.

*Umut'un Belçikalı bir arkadaşı bizi akşam saatlerinde karşıladı, sağolsun. Harita sıkıntısı çekmiştik akşam akşam. Bir Brüksel klasiği (turist tuzağı) olan işeyen çocuk heykeline gece saatlerinde vardık. Cidden turist tuzağı. Küçücük ve anlamsız bir heykel (bence). Resmini çektik mi, çektik, dalgasını geçtik mi, durur muyuz? 2010'a baktık mı, baktık.(Bu bölüm açıklama istiyor)



*Bütün sayılarını okuduğum Tenten'in memleketi burası. Bir tane Tenten mağazası buldum, resimleriyle,eski orijinal sayılarıyla ve Tenten'deki belli başlı tüm karakterlerin biblolarıyla benim için cennet gibi bir yer. Girişte zeminin üstünde ilk okuduğum Tenten olan Mavi Lotus'tan bir ejderha motifi mevcut. Burada garibime giden tek bir şey oldu. Bay giyim ürünleri Tenten üzerine iken, Bayan giyim ürünleri sadece Tenten'in en yakın dostu olan köpeği Milou (ing. Snowy) üzerindeydi. Çalışan hanıma soruyorum neden sadece Milou, mantıklı bir cevap yok. Kız kardeşime de Tenten sevgisini aşılamak sanırım başka bahara kaldı.


*Avrupa Birliği'nin başkenti çoğunuzun bildiği gibi Brüksel, hükümet bir çaba göstermediği bari biz üçümüz şansımızı deneyelim dedik, içeri girmek için. Sonuç hüsran. Bu durum Enver'i çok sinirlendirdi,"Abi yapma etme, onlar kaybeder" dedik, ancak zapt edemedik. Enver de protestosunu Avrupa Birliği binasının bahçesinde çoraplarını değiştirerek gösterdi.




* Brüksel'de son saatlerimi geçirirken, annemden yeni bir bilgi geliyor Eski Hükümet Binası ile ilgili. İnanması güç geldi bana. Bu bina yapılırken nasıl bir dalgınlık olduysa bina beklenenden daha uzun yapılmış bu yüzden de simetrik olmamış. Tabii bu da sorumlunun kellesinin uçmasına sebep olmuş.

Brüksel Fotoları, Tıkla

Brugge:


*Sessiz ve saf bir güzelliği var Brugge'ün. Interrail turunun en etkileyici şehirleri arasında İlk 3'e girmeyi başardı. İkinci Dünya Savaşı'nda yıkılmamış olması şehri diğerlerinden ayıran başka bir nokta.
*Brugge ile ilgili aklıma ilk şeylerden biri, buraya emekli olunca yerleşmekti.
*Enver ile uzun bir yürüyüş yaptık Brugge sokaklarında. İnsana kesinlikle huzur veren bir yer Brugge. Yolunuz Belçika'ya düşerse eğer es geçmeyin. Resimler (Tıkla) herşeyi anlatır sanırım

Lille:

*Lille Fotoları (Tıkla)

*Burası ile ilgili aklımda kalan ilk detay neredeyse aç kalıyor olmamız çünkü öğleden sonra açık olan bir yer bulmak çok zor yemek için. Şansımıza çok sıcak ve içten insanların çalıştığı bir Türk kebabçısı bulduk. Enver'in ısmarladığında gözüm kaldı, ne yalan söyliyim.

*Lille, Paris'e ulaşmamız için uğramamız gereken bir yerdi. Kısa bir sürede gezilebilecek bir yer.

* Paris'e giden tek bir tren var o da türü TGV olan bir tren. Tek başına interrail biletiyle binemiyorsunuz, rezervasyon ve ek ücret gerekiyor. Yer bulursunuz her vakit korkmayın. Biz yılbaşından bir gün önce gittik ve tren bomboştu. Ödemeniz gereken ücret 10 € . Yaklaşık 3 saatte Paris'e ulaşıyorsunuz. Saatte maksimum 576 km hıza kadar çıkmakta ancak toplu ulaşımda hızı 320 km/saat 'miş.

Paris:



*Paris Fotoları (Tıkla)
*Paris'i doğal olarak detaylı anlatacağım. Ancak bu detay Notre Dame'ın Kamburu'nun ilk 100 sayfası gibi olmayacak (okumuş olan anlar sanırım dediğimi)

* Burada da Free Tour Çerçevesinde şahane bir Paris turu yaptık. Bu seferki tur rehberimiz pandomimciydi.

* Yararlı Bilgi: Paris'e yolunuz düşerse heykellere dikkatle bakın. Kimin heykeli olduğunu bilmeseniz bile heykeldeki kişinin nasıl öldüğünü anlayabilirsiniz. Nasıl mı?
Paris'in her yer yerinde at üstünde ünlü bir Fransız liderin heykelini bulabilirsiniz. O esnada bakışlarınızı atın ayaklarına odaklayın. 3 olasılık mümkün
1- Atın tüm ayakları yerdeyse atın üstündeki şahsiyet sessiz ve huzurlu bir ölüm yaşamış
2- Tek ayak havada ise, suikast'e kurban gitmiş
3- Ön iki ayak havada yani at şaha kalkmış ise ölümü şanlı olmuş. Örnek olarak savaşta ölmek.

* Lüzumsuz Bilgi: Fransızca ve İspanyolca bilenler / öğrenmeye çalışanlar bilir. Her nesnenin bir cinsiyeti vardır. Peki Ipod'un cinsi nedir, masculin miş.

*Louvre'dan bahsetmeden olmaz, sabahın erken saatlerinde, hava daha yeni aydınlatırken Louvre'a gittik.Louvre kat kat yapılmış ve her katı dışardan bakınca bir öncekine göre daha görkemli daha gösterişli. Louvre için 1 gün kesinlikle yeterli değil. (anneler (her zaman olduğu gibi) mutlaka haklıdır) Tüm koridorlarından geçtim ancak bazı yerleri doğal olarak hızlı geçmeniz gerekiyor.

*Louvre'un önündeki piramiti herkes az çok biliyordur. Bu piramit proje aşamasındayken sadece camdan yapılacağı söylenmişti. Ancak baktılarki bu cam yapı yeterince güçlü değil, çeşitli desteklerle yeterli dayanıklılığa getirildi. Ayrıca daha ilginç bir durum ise piramitin pozisyonu tüm caddedeki simetriyi bozmakta. İstenilen pozisyona getirmek 3.5 milyon dolar (rehberin yalancısıyım fiyat konusunda)

*Yararlı mı gereksiz mi bilemediğim bilgi: Fransızlar tenisi bulan ilk ülkeymiş ancak onlar raket yerine ellerini tercih etmekteymiş. Sonrasında narin İngilizler ellerine zarar gelmesin diye raketlerle bu işe girişiyorlar.

*Yeni yıla Paris'te girmiş bulunduk, Eyfel'i izleyerek. Doğal olarak etraf dopdolu, moraller üst düzeyde. Kameralar hazırlanmış, yeni yıla doğru geri sayıma başlıyoruz.Eyfel'in üstündeki yıldızlar tek tek sönüyor ve şahene bir ışık şovu Eyfel'in her yerini kaplıyor. Ancak tek bir eksik var, havai fişekler. İnanılması güç ama ciddi bir havai fişek şovu olmadı, şehrin farklı yerlerinden tek tük fırlatıldı ama o kadar. Neyse deyip, metrolara ilerliyoruz. Büyük bir sıkıntımız var, metroya giremiyoruz, çünkü platform dolu. Herkes doğal olarak evlerine dönmeye çalışıyor. Biraz dışarda oturup vakit geçiriyoruz ve başka bir istasyondan şansımızı deniyoruz. Pek fark yok. Gelen metro zaten dolu olduğu için içeri girmek istemiyoruz. Ancak vakit ilerliyor bir şekilde birbirimizi tutarak ve iterek bir tanesinin içine girmeyi başarıyoruz. Yok böyle bir sıkışıklılık, tutunmamıza gerek yok, düşmemiz imkansız. Nasıl ineceğimizi düşünüyorum, çıkmamız o kadar zorki trenden. Şansımıza ineceğimiz durakta trenden hatırı sayılır insan iniyor.

"Kısaca Taksim'deki yılbaşı gösterilerinde olanların bir bölümü Paris metrosunda başımıza geldi."

*Eyfel'den bahsetmeden olmayacağına göre onunla ilgili birkaç detay verelim. Eyfel'i dizayn eden Gustav Eiffel aynı zamanda Özgürlük Anıtı'nı da yapanlar arasındadır. Enver ile Eyfel
Kulesini ziyaret ediyoruz, sabah saatlerinde. Asansöre daha çok para vermektense, merdivenle çıkmaya karar veriyoruz. Asansör için inanılmaz bir sıra bulunmakta, beklenmesi zaman kaybı bizim için. Eyfel'in üzerinde fotoğraflarımızı çekip gerisin geri aşağı iniyoruz. Tek şansızlığımız hava sisli.

*İlginç Bilgi: Moulin Rouge (Kırmızı Değirmen) 'u az çok duymuşsunuzdur. Kankan danslarıyla çok ünlü olduğu zamanlarda, diğer başka işletmelerin de aynı şeyi taklit etmeye başlamasıyla bir gün "dalgınlıkla" iç çamaşırı giymeyi unutuyorlar ve kaybettikleri izleyicileri geri alıyorlar.

*Amelie'nin çekildiği kafeyi de yakından görme şansına erişiyoruz. Yönetmen Jean-Pierre Jeunet bu cafeyi kullanmak için 3 ay uğraşmış.

*Şanssız bir insan olan Van Gogh'un evine de uğruyoruz. Neden şanssız peki? Okuldan atıldı, politikaya atıldı, olmadı. Bir hayat kadınına aşık oluyor ancak kız vazgeçiyor ondan, bunun üzerine, kulağını kesip kıza bunu mektup ile yolluyor. Şansızlığındaki son nokta şu oluyor. Artık hayat onun için çekilmez olduğu bir vakitte, kendini en yakın yerleşim yerine 2 saat mesafede olan bir yerde vuruyor ancak hemen ölüyor mu, tabii ki hayır. Yaralı bir şekilde hastahaneye gidiyor, iki gün sonra ölüyor. Son sözü " Sadness is Eternal" oluyor.

*Van Gogh hakkında ilginç bilgi: Akıl hastahanesinde bulunduğu vakit, kardeşi ona resimlerinin çok karanlık olduğunu belirtiyor ve "Lighten up" kalıbını kullanıyor. Bunun üzerine Van Gogh bazı resimlerinin üzerine parlak renkler ile noktalar koyuyor. Doğru mudur, bilinmez.

*Picasso, Paris'te yaşadığı vakitlerde Au Lapin Agile adlı bir kafeye geliyor yemek için. Ancak parayı nakit vermek yerine, garsonların resmini çiziyor. Bir zaman sonra dükkanın sahibi bu yaptığını kabul etmiyor. Picasso ise kendinden emin bir şekilde, kendisinin ileride çok meşhur ve başarılı olacağını söylüyor ve saklamısını tavsiye ediyor.

*Paris'e gittiğinizde Sacré-Cœur Bazilikasına mutlaka uğramaya çalışın. Barok, roman ve gotik tarzlarını birleştiren güzel bir yapı. İlginç bir özelliği ise içerideki dini resimler arasında Tanrı'nın da bulunması.Dışarısında ise güzel bir Paris manzarası da izlenebilir.



*Paris ile ilgili anlatılacak çok şey var ancak şu an için bununla sınırlı tutuyorum.


Nancy:


*Nancy Fotoları (Tıkla)

*Nancy'e ulaşmamız zahmetli oldu bizim için. Tren 1 saat geç hareket etti. Tabii ki trenlerdeki tüm anonslar sadece Fransızca. Adını tam hatırlayamadım bir yerde tren durdu ve yolcuların hepsi inmeye başladı. İçimize bir kurt düştü Enver ile benim. Tren önündeki birine sormamla gerçeği az da olsa öğrenmiş olduk, tren Paris'e geri dönecekmiş. Ne yapacağız diye ilk şoku yaşadıktan sonra, bizim gibi mağdur durumdaki yolcular için başka bir istasyona otobüs kaldırıldığını öğrendik. En sonunda Nancy'e ulaşmaya başardık, ufak ama şirin bir şehir, yolunuz üzerindeyse birkaç saatinizi ayırabilirsiniz

Luxembourg:


*Luxembourg Fotoları (Tıkla)

*Nüfusu 500.000'in biraz altında olan bu ufak ülkenin aynı ada sahip başkentinde kısa bir süre kalıyoruz.

Köln:

*Köln Fotoları (Tıkla)

* Gideceğimiz son şehir Köln'dü Interrail turumuzun. Yine güzel bir Alman şehri. Etkileyici bir katedrele sahip. Katedralin kulelerini çıkmayı unutmayın.



*Köln'de biraz değişik bir şey yapalım deyip Enver ile bir çikolata müzesine gittik. Tabii ki bir Willy Wonka'nın fabrikasının tadını almayı beklemiyordum ancak sıcak çikolataya bandırılmış gofretler bir şahaneydi.

Interrail turumuzun son durağı, ilk durağımız olan Frankfurt - Hahn havalimanıydı. Yorucu ama eğlenceli bu büyük turumuz sona erdi, darısı diğer turların başına.

Blog'a doğal olarak yaşadığım her anı yazamadım, özellikle son bölüm için bunu açıkça söyleyebilirim. Ancak bu yazı dizisinin bittiğine seviniyorum.