18 Kasım 2008 Salı

Auschwitz

"Eger Auschwitz varsa Tanrı var olamaz" bu sözler Auschwitz kampında kalan ve kurtulmayı başaran italyan kimyager ve yazar Primo Levi'ye ait. Bir esirin ağzından dökülen bu cümle durumun ne kadar vahim olduğunu o kadar iyi özetliyorki. Yaklaşık 1.5 milyon insanın hayatını kaybettiği topraklarda yürümek, kafanızda onların neler yaşadıklarını canlandırmaya çalışmak o kadar zorki. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, hiç bir zaman gerçeğe tam anlamıyla ulaşamıyorsunuz.

Yaklaşık 80000 kişinin öldüğü, giriş kapısında "Arbeit Macht Frei" yazan Auschwitz kamplarının ilkine (Auschwitz 1) adımımızı atıyoruz. Yanılmıyorsam tüm kampların girişinde bu yazı mevcut. Almanca'dan çeviri yapmak gerekirse "Çalışmak özgürleştirir". Yazının durumla tersliği nedense ters yazılan B harfiyle de göze çarpıyor. Buraya yazılabilecek en uygun söz aslında Dante'nin İlahi Komedya'sında Cehennem'in kapısında yazan sözdür. "Buraya kim girerse umudu geride bıraksın".




Barakaların arasında çiseleyen yağmur altında yürümeye çalışıyoruz, bazı barakalar ziyaretçiler için özel sergi yerleri haline getirilmiş durumda. Tek tek en ince detayına girmek istemiyorum aslında çünkü böyle bir vahşeti nasıl anlatabilirsinizki, konuştuğunuz dilin kelimeleri durumu anlatmaya yetersiz kalıyorsa. Nazilerin çektiği fotoğraflar, acımasızlığı gözler önüne seriyor. Barakaları, işkence yerlerini ve kurşuna dizildikleri ölüm duvarlarını geride bırakıp, daha karanlık bir kampa yol alıyoruz.


Auschwitz 2 yada Birkenau adıyla bilinen bu kamp 1 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği bir yer. Dümdüz bir arazi üzerinde sayısız barakalar, gaz odaları, krematoryumlar ve daha niceleri. İnsanın içine işleyen rüzgar ve bunun getirdiği dondurucu soğuk. Daha Kasım ayındayız ancak şikayet etmeye hakkımız yok. Üzerimizdeki kalın giysilerle, bu duruma nasıl tepki gösterebilirizki? Mahkumların trenle getirildiği, korku verici bir büyüklüğe sahip bir kamp burası. Trenden bahsetmişken yazmayı unuttuğum bir konudan bahsetmek istiyorum. Gittiğimiz ilk kampta bu trenlerle ilgili sayısal bilgiler vardı. Her tren yaklaşık 1000 kadar esiri getiriyor kampa. En başta herkes sağ sağlim buraya ulaşırken, zaman geçtikçe sayı yarıya iniyor ve en dayanılmaz olan bu sayı 0'ı, 1'i bulabilmekte. Aklınızda canlandırmanız o kadar zorki, 1000 kişiyle yola çıkıyorsunuz, tek bir vagonda uygunsuz şartlarda kendinize ne olacağını düşünmeye çalışıyorsunuz. En temel ihtiyaçlarınız gideremiyorsunuz. Salgın hastalıklar vagondaki canlı sayısını azaltırken, akıl sağlınızı korumaya çalışıyorsunuz. En sonunda cansız bedenler arasında tek başınasınız, ayakta kalmanızı ne sağlayabilirki. Umut.... Trene bindiğiniz anda umudunuz zaten dibe vurmuştu.




Kampa getirilen insanlar önce toplu halde duşa sokulmakta. Bazen buz gibi bazende kaynar suyla. Ardından 12 saati aşabilen bir sürede, şanslılarsa içeride değillerse dışarda çıplak vaziyette bekliyorlar bir sonraki adımı. Saçlar kör jiletlerle traşlanmaya başlıyor. Ardından yeni isimleri olacak numaralar esirlerin kollarına dövme oluyor. Dışarda gruplara ayrılıyor esirler, çalışabilecek durumdakiler ve olmayanlar şeklinde. İkinci grubun çoğunluğunu hastalar,sakatlar, yaşlılar, çocuklar ve kadınlar (özellikle hamile olanlar) oluşturuyor. Onların gideceği yer çoktan belli...Barakalarda kendi aralarında ayrılmış durumda, karantina altındakiler, ölüm cezasına çarptırılanlar şeklinde liste uzayıp gidiyor. Gaz odalarının yıkıntılarının bulunduğu yerdeki resimler o kadar acı verici. Çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu gruplar ölüm için sıra bekliyorlar çünkü gaz odaları bazen o kadar kalabalık oluyorki, ölümü dondurucu soğukta beklemek zorunda kalıyorsunuz. Ölümü beklemek... Buz gibi havada, olayın ciddiyetini kavrayamayan çocuklarınızla ölümü bekliyorsunuz. Korkunuzu gösteremezsiniz, onların gözünde bir kahraman olarak kalmaya devam etmelisiniz. Dünyanın en masum canlılarına öyle bir şey yapmak niye?






Nazi doktorların güya bilim uğruna özellikle hamile, sakatlar, çocuklar üzerinde yaptıkları deneylerin gerçekleştiği laboratuarlardan geriye sadece yıkıntılar kalmış durumda. Aynı şekilde gaz odaları ve krematoryumlarda aynı şekilde sadece temelleri gözükmekte. Bunun tek bir nedeni var. Savaşın sonunda geriye çekilmeye başlayan Naziler, delilleri yok etmek için tek tek herşeyi yıkmaya başlamışlar.


6-7 saatin sonunda Auschwitz kamplarını görmüş durumdayız. Acı verici ancak gerekli bir deneyim oldu bu bizler için. İzlediğiniz filmler, okuduğunuz makaleler, kitaplar burada olanlar anlatmaya yetmez. Buraya gelmek sizi gerçeğe biraz yaklaştırır. İnsanlık tarihinin en büyük lekesi olarak kalacaktır.


Not:
Auschwitz 2 deki yürüyüşümüzü bitirirken tren rayları üzerinden çıkışa doğru ilerlerken önümüzdeki iki genç dikkatimizi çekti. Rayların üzerinde bu yere yakışmayacak pozisyonlarda poz vererek, şen şakrak kahkalar atan bu iki tanımadığım genç, Türk Erasmus öğrencileri çıktı. Belki bazılarınıza göre yaptıklarında yanlış bir şey yok. Ancak bana göre nerede olduklarının bilincinde olmalı insan...

Auschwitz:
http://picasaweb.google.com/hunterofphoenix/Auschwitz#

0 yorum: